Emeksiz doğa sevgisi olmuyor canım!

Bu yazımda kırk yıl hizmet ettiğim kurumumda son yıllarını geçirdiğim yaş haddime kadar hizmet etmeme vesile olan kurumum sahasında bulunan bitkileri ve hayvan çeşitliliğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Aynı zamanda burada daha önce yaşamış medeniyetlerden kaldığını tespit ettiğim kalıntıların, koruma altına alınmasıyla ilgili çabamı anlatabilmek, geleceğe bir iz bırakabilmek arzusundayım. Çalıştığım kurumuma ait herhangi bir görseli paylaşmama temel hassasiyetimle hazırladığım bu çalışma, gelecek kuşaklara hem bir bilgi, hem de bölgenin tarihi mirasının korunmasına katkı sunmayı amaçlamaktadır.
Meslek hayatımın son yıllarını İstanbul’da geçirdim. Dünyanın en kalabalık nüfusunu barındıran şehirlerden biri olan, sürekli göç alan ve trafiği yoğun bir şekilde artmaya devam eden bu şehirde son çalışma yıllarımı geçirmiş olmaktan mutsuzluk duymadım. Buna sebep olansa atandığım kurum sahasının doğal ve sessiz ortamıydı. Küçükçekmece Gölü kenarındaki işyerimde asırlık meşe ağaçları, selviler, at kestaneleri, çam, erguvan ve çeşitli kavak ağaçlarının yanında meyve ağaçları da mevcuttu. Küçükçekmece Gölü’ne komşu olması dolayısıyla etrafta zengin bir flora mevcuttu.

Etrafta incir, elma, ceviz, erik, armut, ayva, yaban armudu, ahlat, ahududu, çilek, böğürtlen meyveleri vardı. Yaban hayvanlarıyla beraber misafir olan evcil hayvanlar ve kuşların yanında personel bu meyvelerden istifade ederdi. Personelin yemeğinden artan gıdalar göl kenarında yaban hayatın vazgeçilmez atıştırmalığıydı. Sabah sporlarını bu doğal ortamda yapmaktan benim kadar diğer personelinde zevk aldığını görüyordum. Hatta bir arkadaşımın “Tanrım! Beni cennetine mi gönderdin. Burası ne kadar güzel bir yer!’’ diye çığlık attığını bizzat işittim. Sabah sporlarını bu güzel ortamda yapmak keyif vericiydi ve bu yürüyüşlere bazen öğle araları istirahat saatlerini de dahil ettim.

Küçükçekmece Gölü havzasının 166 tür kuşa ev sahipliği yaptığı bilimsel olarak gözlemlenmişti ve göç yolundaki göl kuşlar için önemli bir uğrak yeriydi. Çalışma yerim gibi resmi kurum olan, insan faaliyetinin az olduğu komşu bölgelerde yaban hayatının hüküm sürmekte olduğunu yürüyüşlerimde gözlemliyordum. Tilki, çakal, yılan, köstebek, papağan, karabatak benim sıklıkla gördüğüm hayvanlardı.

Kışlada yürüyüşlerim ve mesai esnasındaki istirahat saatlerimin büyük bölümünde etrafta bulunan ağaçların tohumlarını mevsiminde toplayarak onları önce hazırladığım küçük petlerde tohumlamasını yaptım. Daha sonra mutfak kısmından temin ettiğim tenekeleri kesip altını delerek yetişmiş fidanları aktardım.

Ekim işlemlerini her yıl tekrarladığımdan çalışmam gittikçe genişleyip geniş bir sahaya yayılıyor yer kaplıyordu. Ancak geçmişte ekilenler artık büyümekte olduklarından yeni ekilenlerin kötü görüntüsünü kapatıyordu.

Tohumlar fidan olmaya başladıktan sonra onları sahaya dikmeye başladım. Yeni dikimi yapılan fidanlar için uzun otların arasında hem yerlerini belli etmek için hem de irileşip rüzgarda devrilme ihtimaline karşı sabitlenmesi için büyük kazıklar çakılması çok önemliydi. Kışlamda bu imkanlar kısıtlı olduğundan Küçükçekmece Belediyesine bireysel olarak E-posta ile müracaat ettim. Belediye talebime olumlu cevap verdi ihtiyacım olan 50 adet büyük boy kazığı gönderdi. Kazıklar uygun boylarda kesilerek fidanların yanına çakıldı. Kışla içerisinde bahar aylarında otların uzaması yangına sebebiyet verebildiğinden otlar bazen belediye personeli bazen de kışla amiri tarafından görevlendirilen personel tarafından motorlu misinalı tırpanlarla kesiliyordu. Kazık olduğu halde dikkat etmeyerek telef olmasına sebep olan görevli personeli takip eder bu konuda eğiterek ikaz etmiştim. Fidanlar vatan toprağına dikilmiş olsa da hizmetle ilgili iş olmadığı için sulama işi için vatani görevini yapmakta olan mehmetçiklerden ziyade ya kendim yapar ya da rütbeli mesai arkadaşlarımdan yardım alırdım. Bu işlemi yapmak zor ve zahmetli olsa da büyüyen fidanların görüntüsünün manevi hazzı bu yorgunluğu hissettirmezdi.
Kışlaya yeni katıldığımda Kanal İstanbul projesinin yapılması gündemde olduğundan çalışmalarımı gören bazı mesai arkadaşlarım “Buralar Kanal İstanbul olacak Katarlılara verilecek boşuna uğraşmaǃ’’ diye takılırlardı. Ben de kendilerine “Ben işime bakarım benim diktiğim alanların verileceğini zannetmiyorum. Çünkü orman olacakǃ’’ derdim. Bu konuyu konuştuğumuzdan itibaren epey bir zaman geçmiş, sahaya diktiğim fidanlardan bazıları bir insan boyu kadar büyümüş ağaç olmaya başlamıştı. En son görev yaptığım birlik komutanımın da mevsiminde ve çok verimli bir ağaçlandırma faaliyeti yapmasına şahit olmuştum. Bu faaliyet orada o zamana kadar gördüğüm en verimli tek çalışma olması bakımından önemlidir. Daha önceki yıllarda da bazı arkadaşlarımın bireysel olarak çok sistemli bu faaliyetleri yürüttüğünü, bakımlarını takip ettiğini görmüştüm onlardan da teknik destek almıştım.

Genişçe büyük sahaya yayılan bu çalışmalarım amirlerimin ve personeli bazılarının dikkatinden kaçmazdı. Amirlerim kötü görüntü oluşturduğunu söyleyerek sıklıkla kaldırmam yönünde telkinlerde bulunsalar da konuyu başka yöne çeker ya da onları ikna etmeyi başarırdım. Bazı personel memleketlerine izne giderken, iş yapmak için misafir olarak kışlaya gelenlere ise kendi kışlalarına dikmeleri için götürebildikleri birkaç taneyi verirdim. Ancak Ataköy semtinde topladığım iri cins ceviz tohumlarından fidan verenler benim için özel olduğundan onları sakındım. Yetişip fidan olan tohumları Çanakkale’ye, Çorum’a, Esenler kışlasına, Beylikdüzüne, Tuzla’ya, Bağcılar Askerlik Şubesi bahçesine arkadaşlarım tarafından götürülerek dikildi. Ataköy, Tuzla ve Başakşehir’e eşimle beraber onbeş adet olarak diktim.

Kışlama tohumdan yetiştirdiğim yaklaşık seksen adet fıstık çamını, otuz adet meşeyi, yirmi adet ceviz fidanını, yirmi adet servi fidanını, yirmi adet at kestanesi ve on adet kestane fidanını, on adet çelikten yetiştirdiğim erik,s öğüt, üzüm fidanını diktim. Rütbeli mesai arkadaşlarımın bu fidanları yetiştirme bakım çalışmalarımda büyük yardımları olmuş, çoğunluğunun dikiminde ilerlemiş yaşlarına rağmen genç Mehmetçiklerimizle beraber emek sarf etmişlerdir. Bu konuda onlara müteşekkir olduğumu ifade etmek isterim. Kötü görüntüsü etrafa yayıldığı hususunda beni sadece sözlü ikazla yetinen, bundan fazla yaptırım uygulamayan aksine destek olduklarını hissettiğim amirlerime minnettarım. Bu sebebe yaşça ilerlemiş olmam, mesleğimin son yıllarını kendi halimde yaşamam için biraz daha özgür bırakma düşünceleri ve yaşıma duydukları saygıları olduğu diğer kanaatimdir.
Bizler asker olarak görevimiz gereği gerektiğinde elbette canımızı feda edeceğiz. Bizlere canlarını feda ederek bu kutsal vatanı teslim eden atalarımız gibi bizde gelecek nesillere yeşil bir vatan bırakmalıyız. Onu korumak için sadece silahın yeterli olmadığını bilmeli, kazma kürekle toprağını işlemeli, ağaçlandırmalı, suyunu korumalıyız. Bu ülküyle millete hizmet eden genç nesiller yetiştirmeliyiz. Aziz Atatürk sevginin emeksiz olamayacağını söylememiş miydi?

Fotoğraflar: © U. Bilgin, ufukbilgintgcu@hotmail.com
Dernek üyemiz Ufuk Bilgin; 1965 yılında Ankara-Kızılcahamam Salın köyünde doğdu.1980 yılında girdiği Elektronik Astsubay Hazırlama Okulu ve Astsubay Kurs bölüğünden mezun olarak 1984 yılında TSK’ da Muhabere Teknisyen Astsubay olarak göreve başladı. 2020 yılına kadar yurdun değişik illerinde görevi müteakip yaş haddiyle emekli oldum. Anadolu Üniversitesi AÖF Kamu Yönetimi lisans mezunu. İngilizce ve Almanca dillerini orta seviyede bilen Bilgin, Çiğdem Bilgin’le evli. Gökberk Ergenekon Bilgin ve Temuçin Bilgin’in babası.





Yorum yaz