DATÇA’NIN ANTİK ATÖLYELERİNE YOLCULUK
Hızırşah Kültür Evi’nin olduğu alanın 1 km kare çevresinde antik dönem seramik üretim atölyelerinin olduğunu biliyor muydunuz? Bu atölyelerin en yoğun iş yaptığı yıllar Hellenistik Dönem’dir. Günümüzden 2300 yıl öncesi diyebiliriz. Şimdi zaman otobüsüyle o günlere gideceğiz. Gitmeden orası ile ilgili azıcık bilgi vereyim. Hellenistik Dönem’de Datça, Akdeniz ticaretinin % 70’ini elinde bulunduran bir konumdadır. Üretilen her ürünün paketleme işlemi seramik kaplar ile yapılıyor. Bu seramik üretim alanı, günümüzden 33 yıl önce 1980 yılında bilim çevrelerince keşfedilir. Bu alanda 1986-1992 yılları arasında Türk-Fransız bilim insanları tarafından yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları ile büyük boyutlarda seramik fırınları, yıkama havuzu, sarnıç gibi seramik üretim yapıları gün yüzüne çıkartılır. Fabrikasyon seramik üretiminin yapıldığı bu alan, M.Ö. 6.yüzyıldan başlayarak 1400 yıllık uzun bir zaman dilimi içerisinde faaliyet gösterdiği belgelenir.
Hadi bu seramik üretim merkezine bir zaman yolculuğu yapalım binin otobüsümüze.
2300 yıl öncesi Hızırşah Kilisesi’nin çevresindeyiz. Tabii o zamanlar kilise yok. Kilise yerine gemi üretim atölyesi, arı atölyesi, zıpkın atölyesi, cam atölyesi, dokuma atölyeleri gibi üretim noktaları var.
Herkes, harıl harıl çalışıyor. Ellerinde kovalar ve kazmalar ile kilisenin olduğu alanın Eski Datça’ya bakan kısmından kil topluyorlar. Epey de kalabalıklar. Kili ala ala çukurlar oluşturmuşlar. Demek ki günümüzde Hızırşah Mahallesi’ne giden yolun sol tarafı aşağıya doğru eğimli, bu kili almadan dolayı oluşmuş olabilir bu meyil. Düşünün artık o kadar çok kil almışlar ki o kadar büyük meyil oluşmuş. Tahminen on milyona yakın seramik üretmişlerdir bu kil ile. Bu kadar seramiği hazırladıktan sonra ocakta pişirilip sertleştirme işlemi var bunun içinde ağaç gerek. Bir yandan kil toplayan grup var diğer yandan odun kesen işçiler ve köleler var. Ağaçlardan gökyüzünü görebilmek ne mümkün, ne kadar sık ve çok ağaç var böyle.
Ağaçların arasında kil toprağını dinlendirip kilin içindeki çalı çırpı parçalarını ve kilin içindeki hava boşluklarının dışarı atılmasını sağlayan dinlendirme havuzlarının yanında oturan iki üç kişi var. Yanlarına bir uğrayalım. Güzel bir masa kurmuşlar, masada yok yok, hey maşallah. Şöyle bir göz gezdirelim. Kyhtra var, içinde sote yapıyorlar. Bizim güveç kabının aynısı. Askos ile hazırladıkları Akdeniz salatasının üzerine zeytin yağı akıtıyorlar, biraz da kekik serpip az da peynir rendelediler üzerine. Masanın yanına konmuş olan servis masasının üzerinde bir krater var. Kratere ara ara kuyuda soğuttukları soğuk su ile şarabı katıp karıştırıyorlar. Krater kabının ağız kenarına tutturulmuş upuzun bir kepçe ve kepçenin başında devamlı ayakta duran bir köle. Seramikten yapılmış bir lazana (mangalın)’nın başında diğer bir köle var. O da elinde bir maşa tutuyor önünde balık tabakları, bunların balık tabağı bizimkiler gibi değil ama. Tabağın tam ortasında aşağı doğru eğimli bir çukur var, oraya balıktan akan yağlar birikiyor veya yaptıkları balık sosunu akıtıyorlar. Masa, tam bir Akdeniz sofrası; balıklar, içecekler, salatalar, zeytin yağları, rokalar turşular… Masanın başında oturan dayının bileklerinde altın künyeler, boynunda altın kolyesi, parmaklarında her çeşit taş ile süslenmiş yüzükler var. Bu zengin takılardan dolayı seramik atölyesinin sahibi olsa gerek. Şimdi gidip kendisi ile konuşacağım:
“Dayıcım merhaba, biz kendi aramızda bir gezi düzenledik buraları gezmek istiyoruz bize yardımcı olabilir misiniz?”
“Gel evladım, önce bir karnınızı doyuralım sonra ne isterseniz yaparız. Senin ismin ne bakalım.”
“Ali, abicim. Yanımdaki bu arkadaşlara rehberlik ediyorum; sizin kültürünüzü anlatıyorum. Senin ismin ne dayıcım ne iş yaparsın? Zengin olduğun belli etli butlu kolyeli künyelisin. Bu seramik atölyesi senin olsa gerek.”
“Evladım, benim ismim Skirtos, buradaki seramik atölyesini işletirim. Üretilen şu amphoraların kulp kısımlarında bir mühür vardır, orada alt satırda ismim yazar.”
“Bizim orada barkod diyorlar dayı bey ona.”
Bir de ortada boğa resmi var o Knidos’umuzun amblemidir, Knidos üretimi demektir.”
“Aaa dayıcım bizde de var aynısı ama boğa değil “made in Turkey” yazısı veya ay yıldız amblemi koyarız Türk malı üretimlerinin üzerine.”
“Üstte de Astragalos yazıyor o isim de Knidos’tan ürünü vergilendirmek ve denetlemek için gelen vergi memurunun ismidir.”
“Dayı bey bizim sistemde aynı ama tek fark en dipte sayılar var barkod numarası ismini verdiğimiz.” Dayı, biraz düşündü ve en can alıcı soruyu sordu? “Hangi komeden (köyden)sin sen evladım, daha önce ben hiç böyle numaralı bir amphora görmedim!”
Sanırım yandık bizim zaman yolcusu olduğumuzu anlayacak. Buraya yakın bir yer söylemeyelim de çakmasın köfteyi.
“Dayıcım, biz Parion Kenti’nden (Çanakkale Biga ilçesinde yer alan bir antik kent) geldik. Büyüklerimizin selamlarını getirdik sizlere. Sen hele gezdiriver bizleri, civarda hangi atölyeler var. Neler üretiyorsunuz bu çevrede deyiver de merakımızı giderelim. Çokta geç kalmadan dönelim memleketimize, sizlerin selamlarını da bizimkilere iletelim.”
“Gördüğün gibi oğlum derenin bitişiğinde yer alan içinde seramik fırınları seramik havuzları, yaş seramik kurutma tezgahlarının olduğu bölge bana ait. Hemen bitişiğimizde dokuma atölyesi var, o tezgahların dokuma ağırlık ve ağırşaklarını seramikten bizler yapar satarız onlara. Ağırlıkları dikey dokuma tezgahlarında kullanmazlarsa iplikleri birbirine dolanır, ağırşakları kullanmazlarsa da iplerini eğiremezler. Hem bu bölge için hem de yurt dışlarında anlaşmalı olduğumuz krallıklar ve bu krallıkların halkları için ince seramik ve kaba seramikten kaplar üretiriz, çatı tuğlaları, taban tuğlaları üretiz. Künk ismini verdiğimiz seramik su boruları üretiriz. Bizim yaşantımızda seramik, doğumdan ölüme kadar insan yaşamının her aşamasında yer alır.”
“Nasıl yani dayı”
“Şöyle bak oğul! Diyelim ki sen yeni doğdun. Senin lazımlığından tut da oyuncaklarına kadar seramikten biz yaparız. Evinde emeklediğinin zeminin harcı olan kil ve kireci biz hazırlar biz satarız ustalara. Okula başladığında okulda kullandığın flütünü kilden biz yaparız. Yemek yediğin tabağı biz yaparız. Ayağına giydiğin sandaletin kalıbını biz yaparız kilden. Evin çatısındaki çatı kiremidini biz yaparız. İçtiğin su, temiz su olsun diye bu suyu su kanallarından getirtirler, bu kanalların içine üst yarısı kırılmış su testileri koyarlar. Evine gelen suyun içindeki tortular ve kirler bu testilerin içine çökelir. Su dinlendirme testilerinden su borularını kadar biz yaparız. Kilerlerinize koydunuz buğday silolarını da biz yaparız. Bu siloların ismi Pithos’tur, çok büyük seramik kaplardır. Evinin duvarlarında tabula ismini verdiğimiz mimari seramik süslemeleri de biz yaparız. Mutfağında tüm mutfak eşyaları, süzgeçler, tepsiler, tencereler, göveçler, siniler…Üzerine döktüğün parfümün kabını, yüzüne ve ellerine sürdüğün kremlerin kaplarını da biz hazırlarız. Ve daha nicelerini…”
“Etrafında başka hangi atölyeler var dayı?”
“Gemi üretim atölyesi, arı atölyesi, çapa atölyesi, zıpkın atölyesi, cam atölyesi.”
“Görünen o ki siz hem balcılıkta, hem ziraatte, hem denizcilikte hem dokumacılıkta aşmışsınız kendinizi. Dayı bey, bugünlük bu kadar yeterli hadi kal sağlıcağınan. Allah kesene bol kazanç vere.”
Kaynakça:
Numan Tuna; “Datça/Reşadiye Seramik Atölyelerinde Hellenistik Dönem Günlük Seramik Üretimi”. Fait partie d’un numéro thématique : Les céramiques en Anatolie aux époques hellénistiques et romaines. Actes de la Table Ronde d’Istanbul, 23-24 mai 1996
Ege Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü ve Ege Üniversitesi Eser Koruma Restorasyon Bölümlerinden mezun olan Okan Özalp, halen Datça'da Arkeolog olarak görev yapmaktadır.
Yorum yaz