İNSANLIK KENDİNİ ANLAYAMADIĞI GİBİ DOĞAYI DA ANLAYAMADI
İnsan İnsanlıkla Savaşmakta ve Kendine Yenik Düşmektedir
İşte neredeyse kapıya dayanan üçüncü dünya savaşını yaşayan dünyanın şimdiki hali ve şimdinin insanın yaşamdaki amacının ne olduğunu anlamadığının bir göstergesidir. Aç gözlülük, dünyaya hâkim olmak, kendinden başkasının yaşama hakkını tanımayan, binlerce yıllık insanlığın medeniyet birikiminin olduğu bereketi toprakların yurdu olan Mezopotamya’daki Irak’a, Suriye’de yaşanan savaşlar insanın zavallılığı ve çocuk oyunu gibi bir şey sözüm ona medeni dünyanın gözü önünde gerçekleşti/gerçekleşiyor. Savaşın şahinleri dünyanın buraya kadar geldiği noktadaki bilgi birikimini sağlandığı Ortadoğu topraklarında Sümerlerin, Babillerin, Metlerin, Hitlerin, Etilerin, Arapların, Perslerin ne katkıları olduğunu biliyorlar mı? İnsanlığın yaratığı tarihi gerçeklerin tamamı yerle bir edildi. Sümerlerin, Asurların, Babil’in ve günümüze kadarki insanın bütün tarihi hafızası yok edildi. Bugün kullandıkları teknolojinin temelini oluşturan matematiğin temellerinin bu topraklarda başladığını biliyorlar mı?
İnsan yarattığı teknoloji ile dünyanın her kara parçasını keşfetti ve her karşını uzaydan anında izlemektedir. Yer yüzeyindeki her güzelliğin ve değerinde farkında. Ancak bu güzellikleri kendi ayakları altında çoğu zaman bilerek ezmekte, yok etmekte ve de bitirmektedir. Aslında kontrol altına aldığını sandığı doğanın absorbe ve tolere edebilme kapasitesini kavrayamadı. Ekoloji bilenler doğanın tamponlama kapasitesi ve tepkilere karşı esnekliğini bilirler. Aslında doğanın bu özellikleri insanın diğer insanlarla olan ilişkilerinin yönetmede de geçerlidir. Ancak sanki bazı insanların nöron sinapslarının (sinir hücreleri) etkileşimi dar gibi. Bazı insanlar olaylar karşısındaki algı ve düşünmede daha esnek iken bazıları daha dar, fevri ve ben merkezli hareket edebilmektedirler. Buda insanın ilk dönem aldığı eğitimi, okudukları ve sonradan edindiği bazı özellikler ile ilişkili olmalıdır.
Bütün bunlara karşın insan hala dünyamıza mana kazandıran tek unsurdur. Tabii insanın insanla ilişkisinde biraz bilinç ve empati de gerekiyor. İnsan ruhunda büyüyen ego o kadar yüksek bir düzeye ve sınır tanımazlığa ulaştı ki, artık bütün kötülüklerin, savaşların, vahşetin ve büyük adaletsizliğin sebebi haline geldi. Ancak iyi ve kötü arasındaki mücadelede, iyinin hâkim olması için daha çok çaba harcamak gerekmektedir. Bu durumu en iyi hümanist felsefe açıklamaktadır. Bundan dolayı şimdi insanın doğaya hâkimiyet mücadelesi değil, dünyamızın hâkimiyeti için bir biri ile mücadelesi en üst boyuta ulaştı.
İletişim Dilini Beceremedik
Birkaç bin yıldır bilinci olan insan, bir tarafta doğa ile savaşırken bir taraftan kendi hemcinsi ile savaştı. Bu savaş bir zamanlar kaba kuvvet ile bir zamanlar at sırtında kılıçla sonra delikli tüfekle yapıldı, şimdi ise bilgisayar ile görülmeyen uçaklarla, güdümlü akıllı füzeler ve belki de yeni savaşta kullanılacak adını sanını duymadığımız silahlar ile yapılacaktır. İşte oturduğu masasından denizdeki gemilerinden yüzlerce kilometre ötedeki Irak toprağına füze fırlatan akıllı insan bu. İnsanın marifeti küçük çıkarları için kendisi ile savaşmaktır. Amerika’daki gösterilerde bir başka beyaz Amerikalıda hak arayışındaki göstericilere oklar ile saldırmış. Maalesef çoğu zaman yanlış yapana değil, yanlışı dile getirene karşı çıkanların sayısı toplumlarda hiçte azımsanamayacak kadar çoktur. Dünyanın gelirinin dörtte birini elinde tutan, bilim ve teknoloji üretiminin önde gelen ve dünyanın liderliğini üstlenen, özgürlükler ülkesi, fırsat eşitliğinin sağlandığı ülke diye öne çıkan ABD’de halen eğitimde, hukukta, işe alınmada ve yaşamsal olanaklardan eşit yararlanmada insanların yetenekleri oranında değil de ırk ayrımına tabii tutulmaları paradoksunu yaşıyor. İnsanın diyalektiği bu mu? Halen insanın geometrisi (formülü) çözülemediği için hangi durumda nasıl davranacağını çok kestiremiyorum.
Her birimizin bir çıkmazı ve takıntısı var gibi. İyisi ile kötüsü ile hepsi kısacık ömür yaşıyor. Bu dünyada kimi hakkın emri ile kimi parasızlıktan hastane kapılarında can verirken kimisi de beş yıldızlı otelleri aratmayan hastanelerde en iyi hekimlerin elinde bile ölmektedir. İnsanlar yaptıkları, davranışlar ve duruşları ile kimi zaman karaman, vatansever, kimi zaman hain, terörist ve iflah olmaz olarak tanımlanmaktadırlar. İşte insan bunca çelişkiye rağmen ne kendini anladı ne de dünyayı. Bildiğini sandı fakat bildiği kadar da yanıldı. Bugün dünyanın yaşadığı çevresel sorunları, haksızlıklar, adaletsizlikler, ayrımcılıklar ve savaşları yapanlar insanın kendisi ve sahip olduğu düşünsel anlayışıdır. Kendisi ile savaştığını fark etmeden bu dünyadan milyarlar geldi geçti.
İnsan insanla ilişkisini tarih boyunca dilleri aracılığı ile gerçekleştirmişlerdir. Bir birleri ile konuştukça karşılıklı birbirlerini daha iyi anlamışlar ve anlaşmaları daha da kolay olmuştur. İnsanlar bir birlerinin ve de doğanın yasalarının dilini anlamadığı zamanda hep sorun yaşamışlardır. İnsan bütün ürettiklerinde ve etkinliklerinde yaşadığı dil kullandığı ölçüde başarılı olmuştur. Üzerinde farklı coğrafyalarda yaşadığımız dünyadaki yüzlerce kültür, binlerce dil ve felsefi görüşün her biri kendi içinde bir değer olduğu halen anlaşılamadı. Maalesef 21 yy. ’da babanın oğlunu, kardeşin kardeşi tarla-takım üzerinde birbirini ve doğayı anlamadıkları için öldürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. İnsanın birbirini rengine, diline, dini, felsefi dünya görüşüne göre muamele göstermesi bunca eğitim ve söylemlere ve gelişmişliğe yakışıyor mu? Yunus Emre’ye atfen yaratılanı severim yaratandan dolayı” gibi çok anlamalı ifadesi maalesef kulağa hoş gelmekten öteye geçmiyor gibi görülüyor.
Yaşar Kemal’in belirttiği gibi dünyadaki çiçeklerden biri kaybolursa dünyadaki renklerden biri kaybolmuş olur. Bu bağlamda dünyayı bilimi ile keşfettiğini gördüğümüz insanın bugün yaşadığı kargaşa ve kavgalar gibi bir sorunu belki de karşılıklı bir biriyle iletişim içinde olması, olaylara insancıl ve doğayla bütünlüklü yaklaşırsa azalacağını düşünüyorum. İnsanın bir kısmının iyilikten yana mücadelesinde birlikte tüm canlılar ile birlikte nefes almak için haykırırken, bazıları bencillikle her şeye hâkim ve tek olmak istiyor. Özgürlük için, adalet için, birlikte yaşam için toprak, su, ekosisteminin bütün unsurları ile birlikte insani duygular ile yaşamak insana yakışmaz mı? Doğanın bu denli yeraltı yerüstü zenginlikleri varken dünyanın yarısına yakını yeterli gıda bulaması medeni insana yakışıyor mu?
İşte insanın ne zaman bildiğimiz anlamda insan olmaya başladığı tam olarak bilinmeyen doğaya hükmetme serüvenine ve geldiği noktada veya dünyayı getirdiği noktadaki durum bütün çıplaklığı ile ortada. Bu durumu Carleton Coon (1962)’ın aşağıdaki şiiri insan-doğa- toprak ilişkisini en iyi anlatan serüvendir.
İNSANOĞLU’NUN SERÜVENİ!
Güneşin kudretiyle değişirken,
hayvanlar aleminin taçsız kıralı
vahşi ateşe gem vurmayı öğrenen,
usta bir avcı olmayı,
toprağı ekip biçmeyi ve
hayvanları evcilleştirmeyi başaran;
tekerleği madenciliği, yazmayı keşfedip
uygarlıklar kuran, imparatorluklar yıkan,
topu-tüfeğiyle dünyayı ele geçirip,
atomuyla fezayı kuşatmaya hazırlanan;
fakat sonunda,
kendisiyle yarışıp savaşmak,
yaşamak ve yaşamak için;
en zorunu kendisini,
yenmek zorunda kalan- İNSANOĞLU
İnsanoğlunun serüveni kendisiyle savaşmak ve kendi yaptığına yenik düşmesidir. Maalesef insanlık yer yüzeyinde birbirine yabancılaşmış durumda. Çoğu bilmediği insanlar hakkında olumsuz düşünceler ile yetişiyor ve düşman olarak biliyor tanımadığını. Ancak insan değiştirmeye çalıştığı dünyayı daha yaşanılabilir kılabilirdi. Biraz özünü yoklayıp empati yapabilse bile çok daha güzellik yaratabilir. Ozanın dediği gibi “anlayana”.
Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi,Toprak ve Bitki Besleme Bölümü öğretim üyesidir.
Yorum yaz